Bilindiği gibi, Derrida hayatının son on beş yılında, “logosantrizm”e uyguladığı yapısökümü bir adım ileri götürüp, “karnofallogosantrizm” diye adlandırdığı şeye odaklanmıştır – yani, Batı kültürünün türcü ekonomisinde hayvanların suçluluk duygusundan azade biçimde öldürülüp yenmesinin teşvik edilmesine.
Batı kültüründeki bu unsuru kısa yoldan incelemek için, Cary Wolfe ile John Elmer'in, Jonathan Demme'in 1992 tarihli Kuzuların Sessizliği adlı filmiyle ilgili çalışmalarından söz edeceğim. Filmin ana karakterleri, şu veya bu şekilde hayvanlarla bağlantılıdır. Filmin başkahramanı Clarise Starling, çocukluğunda, kesilen kuzuların sessizliğiyle özdeşleştiği bir travma yaşamıştır; Buffalo Bill, genç kadınları öldürüp derilerini yüzerek kendisine giysi yapar; ve Hannibal Lecter, ince zevk sahibi o müthiş uygar canavar, bir bardak İtalyan şarabı eşliğinde pişmemiş insan eti yemeyi en seçkin zevki olarak benimser.
“Yamyam Hannibal”, insan-hayvan karşıtlığını yapısöküme uğratır: her iki kategoriyi de somutlaştırır. Hayat görüşü, korkutucu derecede basittir: “Hayvanları yiyorum, bu nedenle insanları yemiyorum” demek yerine, “hayvanları yiyorum, bu nedenle insanları da yiyorum” der. Böylece Lecter, her daim gülen yüzü ve tatlı diliyle, uygarlık ile vahşiliğin birliğini simgeler.
Hitabeti güçlü bir flozof olan Lecter, konuşma organı olarak dille ilgili derin duyarlılığın farkındadır ve bundan keyif alır. Ama dili, istediği zaman, kelimeden ete çevirmek suretiyle metafor olmaktan çıkarmaktan da zevk alır: Lecter için “dil, nihayetinde maddedir,” diye yazar Wolfe ile Elmer, ve bu nedenle “yemesi de zevklidir (nitekim, hemşirenin dilini dosdoğru başından koparıp yemekte bir an tereddüt etmez)”.
Hannibal'in ve Ezop’un dil şölenleri, olağanüstü felsefe yemekleridir; ikisi de, ayrı eleştirel noktalardan, Batı toplumunun karnofallogosantrik temellerini masaya yatırır. Hannibal’in şöleni, insan ile hayvanı, kelimeler ile şeyleri eşitleyerek her türlü metaforik ayrımı yerle bir etmek suretiyle bu temelleri derinden sarsar. Ezop ise, hayvanların dili ile insanların dilini eşitlerken, bu “animetafor”ları evcilleştirici bir yöne çevirerek, etobur ile yamyam arasındaki sınırı –silinmesine ramak kalan bir noktada da olsa– korur ve böylece uygarlığın dile dayalı sınırlarını muhafaza eder. Başka deyişle, Ezop, filozof efendilerine sunduğu dilsel şölenden nasiplenmezken, Filozof Kral Lecter, kendi-içinde-şey’i yer.
PETER TRAVIS ("Aesop's symposium of animal tongues")
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder