Marcel Duchamp’ın 1917’de bir pisuvarı ‘hazır-nesne’ olarak
sergilemeye kalkışması, bugün sanatçıların her şeyi hazır-nesne olarak
kullanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu hazır nesnelere hayvanlar ve insanlar
da dâhil. Sanatçı eline geçirdiği her şeyi ‘enstalasyon’una
yerleştirebiliyor. Yerinden yurdundan koparılmış varlıklar, canlı olsun
olmasın, bir başka düzlemde yeni bir ilişkiler ağı içine
yerleştirildiğinde bu politikadır; canlılar söz konusu olduğunda ise
biyopolitika; devletlerin egemenliği altındaki topluluklara, bireylere
uyguladığı politika. Savaşlarla, nüfus politikalarıyla önce
yersizleştirilen ve mülteci konumuna düşürülen insanlar, ardından birer
‘enstalasyon/yerleştirme’ nesnesine çevriliyor. Yeryüzü adeta
egemenlerin bir ‘enstalasyon’ sahası. Bir coğrafyaya ait ve o
coğrafyanın kuvvetleriyle biçimlenmiş ve birlikte devinen topluluklara,
bireylere iktidarlar, politik ve ekonomik çıkarları nedeniyle
yerlerinden sökülecek hazır nesneler olarak bakıyor artık. Bir
zamanların “sanat toplum için mi yoksa sanat sanat için mi?” tartışması
ne kadar naifmiş meğer. Kapitalizmin her şeyi, yerinden edilecek ve
başka bir yere yerleştirilecek hazır-nesnelere çevirmesiyle birlikte
iktidar avangartlaşmış, sanatçı da iktidar-gibileşmiştir; tartışma şimdi
sanat ve iktidar ilişkisi etrafında dönüyor.
1960’ların sonunda ortaya çıkan ve İtalyan Germano Celant’ın isim
babalığını yaptığı Arte Povera (Yoksul Sanat), sanatın kabuğunu
çatlatarak yaşamın içeri sızmasını amaçlamış ve hayat ile sanatı
birleştirmeye çabalamıştı. Ve bu çaba gerçekleşti. Hayat ve sanat
kapitalizmin ilkeleri ve çıkarları doğrultusunda birleşmiştir. Celant,
“hayvanlar, sebzeler ve mineraller sanat dünyasındaki yerlerini alıyor”
diye yazıyordu, “bir bitkinin büyümesi, bir mineralin kimyasal
tepkimesi, bir nehrin akışı, kar yağışı, otların ve toprağın hali, bir
ağırlığın yere düşüşü…” Bugün Celant’ın duyduğu heyecanı duyamıyoruz. Bu
tanım adeta, kapitalizmin çerçevelediği ve tüm süreçleri, akışları para
akışına dönüştürdüğü bir dünyayı tanımlıyor, distopik bir dünyayı. Ve
bir başka Arte Povera sanatçısı Mario Merz’in “bir resim yüzeyi olarak
tuval terk edilmiş, onun yerine bazen en basit, bazen de en karmaşık
yüzeyler kullanılır olmuştur: yerler, tarlalar, duvarlar, taş, çimento
gibi. Arte Povera bazen çatı kirişlerine, bazen de ağaçlara tutunur”
deyişi, yeryüzünün tüm yüzeyini ve çatılarını avangard bir tavırla
harabeye çeviren kapitalizmin, tutunmayı bırakın, yakasına yapışarak her
şeyi metalaşma sürecine sürüklediği bir durumun içler acısı, yürek
burkan bir anlatısı haline geliyor.
Arte Povera sanatçısı Jannis
Kounellis’in 1969’da Roma’daki bir galeriye on iki at yerleştirmesi,
beyaz kübün kabuğunu çatlatmış ve içerideki steril ortamı kişnemeler ve
gübrelerle kirletmiştir ama hayvanların hazır-nesnelere dönüşmesinin de
önü açılmıştır. Aynı sergi 2015’de New York’ta yinelendiğinde,
hayvanların artık bir pisuvardan farkı kalmamıştır.
Ve bugün,
sergilerinde ölü hayvanları hazır-nesne olarak kullanan Damien Hirst’e
hayvan hakları savunucuları soruyor: “Damien Hirst’ün sanatı yaşasın
diye daha kaç hayvan öldürülecek?” Ya da şöyle de sorabiliriz:
“Kapitalizm yaşasın diye daha kaç milyon insana kıyılacak?”
Bu yıl Venedik’te Hirst’in sergisini protesto edenler, sergi mekânının önüne kilolarca hayvan dışkısı bırakmış. Yine bu yıl Mali’li sanatçı Aboubakar
Fofana, Documenta 14 için hazırladığı projede çivitle boyadığı 54 canlı
koyunu kullanınca
eylemciler de atölyesinin camlarını kırıp içeriye mavi boya fırlatmışlar. Tüm hayatı ele geçirmeyi, sanatı da hayatla
birleştirmeyi tasarlayan biyo-iktidar ile sanatçının ilişkisini
sorgulamamız gerekiyor. İktidar yıkıcılığıyla avangartlaşırken, avangart
sanat da iktidarın yanı başında, bu yıkımdan beslenebiliyor.
Yerinden
yurdundan edilmiş, yıkımlara, kıyımlara uğramış insanların bile
hazır-nesneler olarak çağdaş sanata yerleştirilmesi, sanatın düştüğü
ölümcül durumu göstermiyor mu? Çinli sanatçı Ai Weiwei’in Aylan
Kurdi’nin sahile vurmuş küçük bedenini taklit etmesi, mülteci
ölümlerinin teatral bir jeste, hazır-imgeye dönüştürülmesinin örneği.
Yoksa sanat kendi ölümünü mü sergiliyor?
RAHMİ ÖĞDÜL
www.birgun.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder