7 Temmuz 2017 Cuma

Dokunma Rejimi: Kırılganlık, Yaralanabilirlik, Duyarlılık - Cana Erşen



Suç ve Kefaretin Ötesinde’nin yazarı Jean Améry “Yahudi Olmanın Zorunluluğu ve İmkânsızlığı” başlıklı denemesinde kendini gerçekleştirmenin diyalektiğinden söz ederken, “metafizik bir töz olarak değilse de küçük yaşta edinilen deneyimin basit bir birikimi olarak, bir-şey-olmanın kaçınılmaz önceliğine” değinir ve şöyle yazar: “Kimse anılarında bulamadığı bir şeye dönüşemez”. Theodor W. Adorno ise bu anıyı, çocuğun ilk-insan imgesini oluşturmak için başvurduğu kaynağa dek götürerek aynı anda “kültürün hem zaferi hem de yenilgisi” olan unutuş mekanizmasının işleyişini tarif eder. Bu imge, kendisine hayran çocuğun gözleri önünde hanını istila etmiş sıçanları değneğiyle öldüren hancı Âdem’i model almaktadır. Hancı Âdem figürü kültürün kuruluşunu temsil eder; sıçanların öldürülmesi anlatısı ise psikanalitik geleneğe kayıtlıdır. İlk-insan imgesi ikame edilebilirdir; her biri kültürün kuruluşunda pay sahibi olan unutuş momentleri, kendi hikâyesini barbarlığında –barbarlığını da hikâyesinde– yitirmiş Âdem’i uygarlığın rekabet sembolü olarak yeniden içeriklendirip kökene yerleştirir. Bu minvalde mezbahalardan çıkan atıkların döküldüğü bokluderelerden (Ludenbach), etlerinden faydalanabilmek için domuzların ürediği ahırlardan (Schweinstiege) ve çocukların peşinden coşkuyla koştuğu köpek itlaf ekibi arabalarından bahseder Adorno. Eskiden işitilmiş bu (bokludere, domuz-ahırı gibi) sözcüklerin görsel hatırasına tekabül eden manzaralara artık rastlanmaması ya da şehirlerin modernleştirilmesi projesine eşlik eden köpek-kırımlarına tanık olma coşkusunun unutuşa terkedilmesi, Âdem’in değneğiyle vura vura öldürüp hanın dışına sürdüğü sıçanları andırır. [...]

Çizgisel bir zamansallık fikrinden ayrılarak denilebilir ki: bir yandan kültür, kökene koyduğu Âdem imgesine öykünürken bir yandan da her türlü kültürel üretim, bir tarihsel figür olarak bu –hancı– Âdem’den neşet eder. Sıçanlar hana dönmeyi sürdürdükçe, Âdem de onları yok etme çabasını sürdürür, ta ki yok edişin biçimleri hanı istila eden sıçanlar olarak belirene dek; o zaman unutuş başlar. Unutulmuş olanın yeniden adlandırılması olarak uygarlık ise Âdem’in değneğini çeşitlendirerek sıçanlarla mücadelesine yeni tarifler belirler. Uygarlığın bu ifade kabiliyeti, kültür ve barbarlık diyalektiğini de silikleştirir; kültüre eklemlenmek, hancı Âdem için dünyada bulunmanın bir zorunluluğu olan barbarlığı, onun soyu için olumsallaştırır. Böylece, dünyadanlığın birbiri ile iç içe geçen formları olarak barbarlık ve kültürlenme, uygarlık durumunda biri diğerini tanımayan iki ayrı dünyevilik rejimi olarak şekillenir.

http://kitap.ykykultur.com.tr/dergiler/cogito/yaralanabilirlik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder