Marko Ristić, Sandıktaki Deniz Kabukluları (Ljuskari na prsima), 1930 |
Birgün
Gérard de Nerval, boynuna tasma geçirdiği canlı bir istakozu Palais-Royal’in
bahçelerinde gezdirmeye çıkmış. Ahali şaşkın bakışlarla etrafına toplanmış, bu
ilginç ikiliye bakıp gülmekten
kırılıyorlarmış. Arkadaşlarından biri neden kendini bu kadar gülünç
duruma soktuğunu sorunca Nerval şöyle cevap vermiş: “Gülecek ne var? Köpekleri,
kedileri ve envai çeşit pis ve gürültücü evcil hayvanı gezdirmeyi biliyorsunuz.
Benim istakozum son derece mülayim, canayakın ve temiz bir hayvan; hem hiç
olmazsa derinliklerin gizemlerine aşina!”
Bir
ressam dostum birgün bana çekirge aslan kadar büyük olsa dünyanın en
güzel hayvanı olurdu, demişti. Dev bir istakozun, ev kadar büyük bir yengecin,
ağaç kadar uzun bir karidesin ne kadar güzel olacağını düşünün! Deniz
kabukluları; kumsalda oynayan çocukları büyüleyen muhteşem mahluklar, leşle ve
artıklarla beslenen su altı vampirleri… Hem ağır hem hafif, hem müstehzi hem
acayip, sessiz ve ağırbaşlı hayvanlar…
Tüm
bu hayvanlar kabuk değiştirir, yaşlanır, sevişir ve ölürler. Ne acı çekip
çekmediklerini biliyoruz, ne de ahlak üzerine veya toplum düzeni üzerine
fikirleri olup olmadığını. Alfred Jarry’ye bakarsanız, bir istakoz bir kutu
sığır konservesine âşıkmış.*
Deniz
kabukluları, etleri kurumasın diye canlı canlı kaynar suya atılarak pişirilirler.
JACQUES
BARON
*Alfred
Jarry, Patafizikçi Dr. Faustroll’un
Davranış ve Görüşleri, çev. Işık Ergüden (Ankara: Dost Yayınları, 2003), s.
221-222.