27 Eylül 2012 Perşembe

Yazarlar ve Kediler (II)


Jorge Luis Borges
İlham perisi olarak kedi fikri, kediler hakkında yazmanın tarihi üzerine düşünmek için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Yazar kedide bir tür yaratıcılık ideali görüyorsa, bu idealleştirme uygarlığın gelgitleri içinde nasıl şekillenmiştir?

15 Eylül 2012 Cumartesi

Yazarlar ve Kediler (I)


Ernest Hemingway’in altı parmaklı kedilerinin torunları olan yaklaşık 60 kedi bugün hâlâ onun Key West’teki sahil evinde yaşıyor. William Burroughs, “kedilerimle ilişkim beni ölümcül ve amansız bir cehaletten kurtardı” diye yazıyor; ve 1997 yılına ait bir fotoğrafta, ölüm döşeğindeki Burroughs’a kendine özgü anlaşılmaz bir merasimle veda etmekte olan kürklü yoldaşı görülüyor. 20. yüzyılın önde gelen kimi yazarlarının kedileriyle samimi pozlarda görüntülendikleri yığınla fotoğraf bir yana, şiirden romana ve denemeye kadar, dünya edebiyatı, köpeklerle kıyas kabul etmeyecek kadar çok kedi karakteriyle ve kedi sembolizmiyle doludur. 

Colette, Mark Twain, Sylvia Plath, Françoise Sagan, Raymond Chandler, Bernard Shaw, Ray Bradbury: hepsi kedi sevdalısıdır ve kediler hakkında yazarlar. Bu konuda daha yığınla örnek verilebilir, bu nedenle yazarların hiç tartışmasız “kedici” olduklarını söylesek kâfi. Peki edebiyat eleştirisinin göz ardı ettiği bu olgudan ne çıkarabiliriz? Yazarların kedilere olan doğal eğilimini anlamak, dil hâkimiyetinin oluşmasında payı olan bir unsura da ışık tutabilir mi? 

Ernest Hemingway

14 Eylül 2012 Cuma

Naveen Thomas: Ses Heykeli





Bu yılın Ocak ayında Yeni Delhi’deki Ulusal Güzel Sanatlar Akademisi’nde Naveen Thomas’ın bir “ses heykeli” sergilenir. Bakır teller ve telsiz vericileriyle döşenmiş bir odaya güvercinler yerleştirilir. Güvercinler tellere kondukça, bakır alıcılar harekete geçer ve böylece güvercinler tarafından icra edilen rastlantısal bir “gürültü müziği” ortaya çıkar. Güvercinlerin bu şekilde kullanılmasına karşı çıkan bazı veteriner hekimler, dar bir mekândaki bu yüksek frekanslı seslerin kuşların işitme duyusuna ciddi zarar verdiğini iddia etse de, sanatçı güvercinlere, onları aldığı yerdekinden çok daha iyi muamele ettiğini söyleyerek eserini savunur; gerekirse sanat için maymunları da kullanabileceğini ekler. 

Wim Delvoye: Sanat Çiftliği





Belçikalı sanatçı Wim Delvoye 1997’den beri canlı domuzlara dövme yapıyor. Batı ülkelerindeki hayvan refahı kanunlarının nispeten sıkı olmasından ötürü, Pekin’de kendine ait bir domuz çiftliği satın almış ve orada Çinli dövme tasarımcılarıyla birlikte çalışıyor. Louis Vuitton logolarından Walt Disney karakterlerine, Rus mahkûmların kullandığı dövme desenlerine kadar çeşit çeşit desenle boyanan domuzlar, yeterince büyüdükten sonra öldürülüyor, ya doldurularak ya da derileri yüzülerek koleksiyonculara satılıyor. Domuz derisi “tuvallerin” tanesi 100 bin avroya kadar alıcı buluyor. İşin ilginç tarafı, Wim Delvoye’in vejetaryen olduğunu iddia etmesi.


"Aşklar ve Köpekler"





13 Eylül 2012 Perşembe

Guillermo Vargas: Teşhir No. 1




Sanatçı Guillermo Vargas 2007’de Nikaragua’daki bir sergi için çocuklara para vererek sokaktan başı boş bir köpek yakalamalarını söyler. Köpeği bir duvara bağlar, duvarda köpek mamasıyla yazılmış “Ne Okuyorsan Osun” yazısı vardır. Ardından internette ve medyada, galerideki içler acısı fotoğraf eşliğinde, köpeğin açlıktan ölmeye terk edildiği haberleri dolaşmaya başlar. Vargas’a karşı büyük bir protesto kampanyası başlatılır. 2008 Honduras Bienali listesinden çıkarılması için imza kampanyası düzenlenir ve dünya çapında 4 milyon imza toplanır; işin ilginci kampanyaya sanatçının kendisi de imza atar (bu durumu, bir sanatçı olarak “kendi eserlerine” daima imza atmasıyla açıklar). 

9 Eylül 2012 Pazar

Marco Evaristti: "Helena"



2000 yılında sanatçı Marco Evaristti Danimarka’daki bir müzeye içi suyla ve canlı japon balıklarıyla doldurulmuş on adet blender yerleştirir. Helena başlığını taşıyan eserde, blender’ın düğmesine basma şansına sahip olan izleyiciler, bir canlının ölmesine ya da hayatta kalmasına karar verecek yargıçlar konumuna getirilirler. Sanatçı böylelikle ziyaretçileri eylemlerinin etik sonuçlarıyla yüzleşmeye davet ettiği iddiasındadır ve yaptığının bir toplumsal "deney" olduğunu söyler. Aslında blender’ın düğmesine basıldığında ne olacağı gayet açık olduğundan, ortada uzun uzadıya üzerinde düşünülmesi gereken bir etik mesele de yoktur. Sonuçta iki izleyici düğmeye basar (bazı iddialara göre bu, sansasyonel bir haber yaratmak isteyen gazetecilerin marifetidir). Hayvan refahı yasalarının ihlal edildiği gerekçesiyle açılan davanın hâkimi, japon balıkları “eziyet çekmeden, ânında öldükleri” için yasa ihlali olmadığına karar verir.


"Aşklar ve Köpekler"



Banksy: "Barely Legal"





Meşhur sokak sanatçısı Banksy, 2006’da Los Angeles’taki ilk kişisel sergisinde, 37 yaşındaki bir fili galeri enstalasyonunda kullandığı duvar kâğıdının desenlerine boyayarak sergiler. Teşhirin amacının, dünya çapında görmezden gelinen yoksulluk sorununa dikkat çekmek olduğu açıklanır. Serginin açılışına Cameron Diaz, Colin Farrel gibi Hollywood yıldızları davetlidir. Banksy her zaman olduğu gibi ortada yoktur. Tai isimli fil, boyanmış vaziyette, meraklı kalabalıkların ve gazetecilerin akınına uğrayan galeride üç gün boyunca sergilenir.

Joseph Beuys: "Ben Amerika'yı Seviyorum Amerika da Beni"



1974’te Joseph Beuys, kendini bir koyoteyle [kır kurdu] birlikte bir hafta boyunca New York’taki Rene Block galerisinin odalarından birine kapatır. Koyote, Kuzey Amerika yerlileri nezdinde adeta kutsal bir hayvandır. ‘Beyaz adam’, o topraklarda hâkimiyetini kurduktan sonra Amerikan yerlilerine uyguladığı katliamın bir benzerini de bu yaban hayvana karşı yürütmüş, koyotenin “kökünü kazımak” için türlü türlü yöntemler denemiştir. ABD orduları Vietnam’da bulunduğu sürece ABD’den gelen sergi davetlerini geri çevireceğini söyleyen Beuys’un, savaşın ardından Amerika’daki ilk performanslarından birinde ülkenin kirli geçmişine göndermede bulunması anlamlıdır. Galerideki kurdun, kendi bölgesinin sınırlarını çizmek için, her gün görevlilerce odaya bırakılan Wall Street Journal nüshalarına, yani Amerikan materyalizminin bu amblematik nesnelerinin üzerine işemesi de anlamlıdır. Fakat sonuçta Beuys’un performansındaki bütün bu anlamlar, sanatçının ve görevlilerin sürekli manipüle ettiği koyotenin tepkilerini gözetleyen ve kaydeden insanlar –en başta da bizzat Beuys tarafından inşa edilir. Koyote ise sadece kapatıldığı mekânın koşullarına adapte olmaya çalışmaktadır. "Şaman" rolüne soyunan sanatçı, hayvanlarla deney yapan bir bilim adamına, galeri laboratuara dönüşmüştür. Koyoteyle “diyaloğa girdiği” iddiasında olan Beuys, performansıyla ilgili şu açıklamayı yapar: “ABD’nin psikolojik travma noktasına temas ettiğime inanıyorum: Kuzey Amerika yerlisiyle, Kızılderili’yle yaşanan o Amerikan travması.” Fakat her şeyden önce Beuys, eşit bir diyalog için gereken önkoşulları göz ardı etmiştir. Kuşkusuz kendi isteği dışında galeriye getirilip kapatılmış olması bir yana, Beuys kendisini kışkırtmadığı sürece bir köşede uyumaya çalışan koyotenin davranışlarından, sanatçıyla iletişim kurmaya hiç de istekli olmadığı görülür. Sonuçta galeriye kapatılarak bir insanla temasa zorlanan koyote, tüm anlamlandırmalara rağmen, "evcilleştirilen" ve rezervasyonlara kapatılan Kızılderilileri hatırlatır.

7 Eylül 2012 Cuma

Tom Otterness: "Dog Shot"






1977’de, henüz sanat kariyerinin başındaki Tom Otterness, bir hayvan barınağında kimse sahiplenmediği için uyutularak öldürülmeyi bekleyen bir köpeği sahiplenir. Ardından, bir hafta kadar sonra, köpeği bir çite bağlar ve silahla vurarak öldürür. Bütün bu süreci filme kaydeder ve film bir galeride gösterilir. O dönemde videoyu izleyenlerden birinin aktarımına göre, Otterness sadece köpeğin öldürülüşünü değil, onu barınaktan almasından, bir hafta boyunca ona bakmasına ve ardından öldürmesine kadar olan tüm süreci filme almıştır. Galerideki ziyaretçiler sonunda köpeğin öldürülüşünü görünce şoka girerler, birçoğu köpeğin gerçekten öldürülmediğini düşünür. Köpeğin gerçekten öldürüldüğü anlaşıldığında sanatçıya herhangi bir ceza verilmez. Köpeğin, sanatçı tarafından öldürülmemiş olsa bile zaten barınak görevlileri tarafından öldürüleceği gerçeği, insanların yoğun tepkisini engellemez. Tom Otterness, 30 yıl sonra bu filmi çektiği için kamu önünde özür diler, yine de tepkiler yüzünden birtakım eser siparişleri geri çekilir. Sanatçı, San Fransisco sokaklarını süsleyen, milyonlarca dolara sipariş edilen sevimli hayvan heykelleriyle tanınmaktadır. Yukardaki resimde, bir köpeğin canlı sanarak kokladığı heykellerinden biri görülüyor.

Jannis Kounellis: "Atlar"



Jannis Kounellis, 1969’da Roma’da bir galerinin duvarlarına on iki at bağlar. Böylece galerinin “steril” mekânını dönüştürmeyi amaçlar. Sanatçı eserinde, André Breton’un, Tatarların atlarına Versay çeşmelerinde su içirmelerinin imkânsızlığıyla ilgili sözlerinden ilham aldığını söyler. Sanatçının galeriyi ahıra, eserlerinin simsarını da seyise dönüştererek sanatın alımlanışında ve yayılmasında etkili olan yapıyı sorguladığı ifade edilir. Performans, kimi eleştirmenlerce Duchamp'nın bir galeriye pisuar yerleştirmesi kadar radikal bulunur; Kounellis'in canlı atları bir sanat galerisinin atıl mekânına yerleştirerek ve "steril" galeri ortamını at dışkısı kokusuyla doldurarak "sanat ile hayatı buluşturduğu" söylenir. On iki sayısının anlamları deşifre edilir: on iki havari, on iki ay, on iki burç... Atlara gelince, onlar gerçekten de galeride aynen bir ahırdaki gibi durmaktadırlar:  hareketsiz, ehlileştirilmiş ve boyunlarından bağlı vaziyette; dışkılamaları ve önlerine konan besini yemeleri dışında bir "canlılık" belirtisi göstermezler. Tüm bu yorumlarda, galerinin "steril" ortamını bozdukları ve kültür ile doğa karşıtlığını söktükleri söylenen atların "doğal ortamı"nın ahır olmadığı; ahırın da, tıpkı galeri gibi, insan uygarlığının imal ettiği ve kültürün cisimleştiği bir mekân olduğu unutulmuş gibidir. Sanatı "ehlileştiren ve hayattan koparan” kurumların nizamını bozan sanatçı, hayatı ehlileştiren uygarlığı olumlar.


"Aşklar ve Köpekler"