31 Mart 2011 Perşembe

jungle vs. universe


Bir yanda “biyolojik sürekliliği”, diğer yanda “metafizik ayrılıkçılığı” savunan tezlerin kuramsal tehlikelerinden kaçınmaya çalışan hayvan çalışmaları, birbirinden ayrı ontolojik kategoriler olarak “insan” ile “hayvan”ı şeyleştirdiğimiz kavramları yapısöküme tabi tutmuştur. Geçtiğimiz yıllar içinde bu konudaki en etkili isim kuşkusuz Derrida olmuştur. “Soru, hayvanları belirli güçlerden mahrum bırakmaya hakkımız olup olmadığından ziyade,” diye yazar Derrida, “insanın, hayvanda reddettiği şeyi bu kadar kesin biçimde kendine atfetmeye hakkı olup olmadığı, ve bu atfın saf, mutlak, bölünmez kavramını herhangi bir şekilde haiz olup olamayacağı sorusudur”. 

Derrida, kendine insan diyenler ile, insan denen bu varlıkların hayvan diye adlandırdıkları arasında “varsayılan süreksizliği, kopuşu, hatta uçurumu” veri kabul etmek yerine, “bu uçurumsu sınırın sayısını, biçimini, anlamını, veya yapısını, katlar halindeki yoğunluğunu, bu kenarları, bu çoğul ve tekar tekrar katlanan hududu” ele almak ister. Derrida’nın bu katlı hudutta gedik açmak için başvurduğu en temel yol, “Hayvan” imleyicisini anlamlı bir kategori olmaktan çıkarıp yok etmektir. Kolektif “hayvan” ismi, “sanki bir hayvanat bahçesi, bir avlanma veya balık tutma yeri, bir otlak veya kesimevi, bir evcilleştirme mekânıymışçasına”, insanın hemcinsi olarak göremediği tüm canlıları topladığı yegâne karargâh işlevi görme iddiasındadır – “kertenkeleyi köpekten, tekhücreli canlıyı yunustan, köpekbalığını kuzudan, papağanı şempanzeden ayıran sonsuz mesafeye rağmen.” Bu yüzden Derrida, l’Animal’den değil, çoğul olarak, les animaux’dan bahsetmemiz gerektiğini vurgular.

PETER TRAVIS (“Aesop's symposium of animal tongues”)

http://www.palgrave-journals.com/pmed/journal/v2/n1/full/pmed201052a.html#bib10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder