19 Şubat 2011 Cumartesi

neden hayvanları yiyoruz?

Bir insan, sınaî çiftliklerde türlü türlü işkenceye maruz bırakılan hayvanların gösterildiği bir belgeseli yer yer bakamayarak izledikten sonra, neden hâlâ hayvanları yemeye devam eder? Sorunun iki açık cevabı var: Birincisi diğer herkes yediği, dolayısıyla çoğunluğa dahil olarak yaptırım görmediği için, ikincisi birey olarak kendi pratiğini değiştirmenin bu zulmü azaltmaya neredeyse hiç katkısı olmayacağını düşündüğü için. 

Zulmü ifşa ederek duyarlılık yaratma stratejisinin istemeden katkıda bulunduğu, ve ilk bakışta fark edilmeyen üçüncü bir neden daha var: Zulme uğrayanlar, kitleselleştikçe nesneleşirler. Bir sınaî çiftlik veya mezbaha görüntüsü (veya tasvirleri), tıpkı kitleler halinde gaz odalarına giden holokost kurbanları gibi, veya savaşlarda ölen isimsiz kurbanlar gibi, kitlesel bir kıyımın anonim kurbanlarını gösterir; laboratuvarlarda çekilmiş gizli kamera görüntüleri, her biri bakan açısından diğerinden farksız olan yüzlerce “hayvan”ın maruz kaldığı akıl almaz işlemleri gösterir. “Hayvan” kategorisi altında ve mezbaha ya da laboratuvar ortamında, tavuklar, inekler, domuzlar, fareler, tavşanlar gibi birbirinden çok farklı hayvan türleri kitleselleşirler. Hiçbir şey, doğallaştırılmış tanımının sınırları dışına çıkmaz: Mezbaha hayvanların öldürüldüğü yerdir, inekler veya tavuklar insanlar yesin diye öldürülen hayvanlardır, mezbaha çalışanı hayvanları öldüren kişidir, doktorlar hayvanlar üzerinde deney yaparlar. Tıpkı televizyon ekranından şahit olunan açlık ve savaş görüntüleri gibi: Afrika kitlesel açlığın yaşandığı bir yerdir ve karnı şişmiş çocuklar bu açlığın kitlesel mağdurlarıdır; Ortadoğu savaşların yaşandığı bir yerdir ve üzerlerine bomba yağmış insanlar savaşın kitlesel mağdurlarıdır. Görüntüler böylece, seyredende infial uyandırması beklenen zulme ortak olur. Medya bu farkı iyi bilir; onun için, çatışmada ölen asker veya polislerle ilgili haberlerde, fotoğrafları eşliğinde kısa hayat hikâyeleri okunur, ölümlerinin büyük acı yaşattığı sevenlerinin yas görüntülerine yer verilir.

Normalde sorgulanmaya pek de gerek görülmeyen bir pratiğin, her kurban bayramında gündeme gelmesinin sebebi de belki budur. Kurban, ifşaat stratejisine bel bağlayanların düşündüğü gibi normalde görünmez olan zulmü görünür kıldığı için rahatsızlık yaratmaz. Bir yandan, bilinen bir gerçeğin inkârını olanaksız kıldığı için, ama bir yandan da, kurbanlarla bire bir temas ve ilişkiye yol açtığı, tanıdık düzeni bozduğu için rahatsızlık yaratır. Tanık oldukları kanlı görüntülerin ardından bir süre et yiyemediğini söyleyen insanlar vardır – ama sadece bir süre. Kurban, kanıksanmış nesne düzenini ihlal ederek inkâr mekanizmasının işleyişini sekteye uğratır: Mezbahalarda gıda nesnesi olarak kitlesel biçimde öldürülen hayvanlar, bu kez mesleği hayvanları öldürmek olmayan sıradan insanlar tarafından, hayvanların öldürülmesine tahsis edilmemiş mekânlarda, bireysel kurbanlar olarak öldürülürler. Kurbanla ilgili tartışmalarda, zulme isyan edildiği izlenimi uyandıran şikâyetler ve talepler, aslında zulmün engellenmesine değil, inkârı sağlayan düzenin yeniden tesis edilmesine yöneliktir.

Bütün bu söylenenler, ifşaatın tümden işlevsiz olduğu, malumu ilam etmekten ibaret olduğu anlamına gelmiyor elbette. “Hayvan hakları” meselesini üzerinde çok da kafa yormaya değer bir mevzu olarak görmediği anlaşılan Zizek bile, fareler üzerinde yapılan bir deneyden söz ederken, (belki de onun gibi bir yazar için manidar bir dil sürçmesiyle) deneyin ayrıntıları hakkında hiçbir şey bilmemeyi tercih edeceğini itiraf ediyor.[1] Ama mesele, insanları vicdanen rahatsız etmek değil, harekete geçirmekse, bu ayrıntıları göstermenin bu anlamda istisnaî örnekler dışında işlevi olmadığı belli oluyor. Belki de insanlar için esas olan tahakkümün bilincine varmak değil, tahakkümden başka bir şeye adanacak bedenler edinmektir.[2]

NULL_DULL 



[1] “Of Apes and Men”: “...the scientists performed a surgical operation on the rat, messing about with its brain, doing things to it with laser beams about which, as Miller put it delicately, it is better to know nothing.” http://www.lacan.com//thesymptom/?page_id=952#_ftnref8
[2] Ranciere, Özgürleşen Seyirci, çev. Burak Şaman, Metis 2010.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder