19 Ocak 2009 Pazartesi

[...]
Özellikle 60'lı yılların sonlarında Batı'da yükselişe geçen Yeni Sol, azınlık hakları örgütlenmeleri, radikal feminizm, yeşiller, ekolojistler gibi hareketlere paralel olarak eski insanmerkezci paradigmayı aşmaya yönelen eğilimler dünyanın her yanında duyarlılık eşiğini eskiye nazaran bir hayli yükseltmiş durumdalar. Artık hayvan refahını asgari ölçülerde savunmak, hayvanlar üzerinde yapılan deneylerle üretim yapan firmaların ürünlerini tüketmemek, sokak hayvanlarına şefkat beslemek, yani en vülger anlamda "hayvansever" olmak, özellikle orta sınıftan bireylerin "yükselen değeri" konumunda. Hatta kendi çevremizde sık sık tecrübe edebileceğimiz kapsayıcılıkta bir hayvanlarla empati kurabilme çabası, bu tip orta sınıf "aktivistlerin" vazgeçilmez özelliği olarak da gözlemlenebiliyor.

18 Ocak 2009 Pazar

Şiddetin Kökeni

Hayvanlar hakkında genel bir biçimde konuşmaktan kaçınırım. Bence “hayvanlar” diye bir şeyden bahsedilemez. “Hayvanlar” dediğiniz anda, birşeyleri anlamamaya ve de hayvanı bir kafese kapatmaya başlamışsınız demektir. Değişik hayvan türleri arasında dikkate değer miktarda farklar söz konusudur. Hepsini bir araya, tek bir kategori altında toplamanın bir açıklaması yoktur: maymunlar, arılar, yılanlar, köpekler, atlar, eklembacaklılar ve mikroplar... Tüm bunlar birbirinden radikal bir biçimde farklı canlı organizmalardır ve tüm bunlara hayvan diyerek hepsini bir kategori altına koymak, maymunu ve karıncayı, gayet şiddet barındıran bir jesttir. İnsan olmayan tüm canlıları tek bir kategori altında toplamak, öncelikle, aptalca bir tutumdur, teorik açıdan saçmalıktır ve tam da insanların hayvanlara uyguladığı gerçek şiddete iştirak etmek demektir. Mezbahalara, endüstriyel muamelelere maruz kalmalarına, tüketilmelerine yol açan şey budur. Hayvanlara yönelik tüm bu şiddet, genel olarak “hayvanlar”dan bahsedilmesine olanak sağlayan bu kavramsal basitleştirme ile vuku bulur. Bu sebeple, dilime dikkat ederek, “hayvanlar” hakkında konuşmam. “Bu spesifik hayvan türü” ya da “ şu ya da bu hayvan” diye bahsederim.

JACQUES DERRIDA
http://www.tesmeralsekdiz.org/search/label/Jacques%20Derrida

kafesler boşalsın


Yaşam alanlarını ellerinden aldığımız, doğalarına aykırı koşullarda yaşamaya zorladığımız ve bir çırpıda canlarını aldığımız hayvanlarla ilişkimiz, insanın ilişki kurma biçimine dair tüm özelliklerin en uç derecelerini ortaya koyuyor. İnsan topluluklarının birbirlerine göre hiyerarşik bir anlayışla konumlanmaları, güçlü olanın zayıfı türlü tahakküm yöntemleriyle ezmekle yetinmeyen, kimi zaman soyu ya da ırkı ortadan kaldırmaya yönelik girişimleri; insani olmayan koşullarda yaşamaya zorlanan halklar ve topluluklar, ahlaki sorgulamaların, uzun tartışmaların gündeminden hiçbir zaman düşmüyor. Peki, eşitsizliğin görüldüğü her yerde müdahalenin kaçınılmaz olduğunu söyleyen, eşitsizliklere örgütlü bir biçimde karşı koymayı göze alan kişilerin sayısı kaç?

öfke



Michael Tobias’ın kurgusal çalışması “Öfke”; açıktan ya da gizli, derinden ya da yüzeysel birçok farklı açıdan sözünü/ derdini okuruna sarsıcı biçimde ifade etmekte zorlanmayan bir roman. Adalet kavramına yönelik insan bilincinin gerisine itilmiş, ikincil planda algılanan – ancak bu ikincilliği bile belli bir ayrımcılık içeren- aslen son derece yakıcı bir sorunu gündemleştiriyor Tobias: insanlığın yeryüzündeki diğer canlılar üzerindeki tahakkümünü ve zorbalığını. Bu zorbalık, insanlığın tarihi kadar eski ve uygarlığın gelişimiyle ters orantılı şekilde katlanarak çoğalan, katmerlenen bir çizgisel eğri barındırıyor. İnsan yaşamı ve teknoloji geliştikçe insanların hayvanlara ve doğaya yaptıkları eziyet de büyüyor, incelikli araçlarla kamunun gözünden uzaklaştırılarak sürdürülüyor.

hayvanlar hakkında konuşmak...



“Siyaset, sahneye yeni nesnelerin ve öznelerin çıkarılması, görünmez olanın görünür kılınması, sesleri gürültü çıkaran birer hayvan gibi işitilenlerin söylediklerinin söz olarak dinlenebilir kılınmasıdır.”  Jacques Ranciere



Türkiye’de hayvan hakları başlığı altında bir kitap dizisi başlatmak cesaret işidir. Hele ki sosyal bilim ve edebiyat alanlarında yayınladığı “ciddi” kitaplarla bilinen bir yayınevinin böyle bir işe soyunması eni konu zordur. Bu, hiç kuşkusuz, insan hakları ihlallerinde sicili hayli kabarık olan herhangi bir ülkede hayvan haklarından söz etmenin başlı başına zor olmasıyla bağlantılıdır. Bu zorluk, en temeline inildiğinde, sınıf ayrımlarını da kesen, erkek-kadın-hayvan biçiminde ilerleyen kaba bir hiyerarşiden kaynaklanır. Hayvanlara yönelik zulmü sorun olarak tarif edenler bile, bu hiyerarşiyi içselleştirdikleri için, sorunun çözümünü, insanlarla ilgili sorunların çözüldüğü belirsiz (ve imkânsız) bir zamana havale ederler (tıpkı bir zamanlar “kadın sorunu” için yapıldığı gibi). Hiyerarşik olarak, aciliyet ve önem kıstasları çerçevesinde alt alta dizilen sorunların, kopmaz bir bütün oluşturan ilişkiler sisteminin parçaları olarak eşzamanlı biçimde ortaya konup çözülmeye çalışılması gereği göz ardı edilir.

yüz akları (1)

ALF (HAYVAN KURTULUŞ CEPHESİ)

İngiltere’de avcılığı engellemek üzere yürüttükleri yasal faaliyetler nedeniyle sürekli saldırıya maruz kalan ve daha etkili stratejiler geliştirmek isteyen hayvan hakları aktivistleri, 1970’lerde sabotaj gibi yasadışı faaliyetleri benimsemeye başladılar. Band of Mercy adlı av sabotaj grubu, zamanla, hayvanları sömüren başka sektörleri de hedef aldı ve mala yönelik zararın en etkili yollarından biri olan kundaklama faaliyetlerine ağırlık verdi. Band of Mercy’nin önde gelen iki üyesi 1974’te yakalanarak tutuklandılar. Cliff Goodman, polisle işbirliği yapıp grubun sırlarını ifşa ederek hayvan hakları hareketinin ilk muhbiri sıfatını kazandı. Ronnie Lee ise, hapisten daha da büyük bir kararlılıkla çıktı ve 1976’da Hayvan Kurtuluş Cephesi (ALF) adını verdiği yeni militan grubu kurdu.

ABD’deki ilk ALF hücresi 1982’de kuruldu ve aynı yıl 24 Aralık’ta Howard Üniversitesi’ne baskın düzenlenerek deneylerde arka ayakları sakat bırakılmış 24 kedi kurtarıldı.

ALF’nin ABD’deki en önemli eylemlerinden biri, Pennsylvania Üniversitesi’nin kafa yaralanmaları laboratuvarına düzenlenen baskındı. Bu laboratuvarda, Amerikan futbolu kasklarını daha güvenli hale getirme amacıyla maymunların kafaları üzerinde çok ağır darbeler deneniyordu. ALF, laboratuvara 60 bin dolarlık hasar verdi ve hayvanlara yapılan işkenceleri gösteren 60 saatlik video kayıtlarını çaldı. PETA’nın bu kayıtlardan derlediği Unnecessary Fuss adlı film, laboratuvarın kapatılmasını sağladı.


http://www.animalliberationfront.com/

Barry Horne (1952–2001). Hayvan deneylerinin yapıldığı laboratuvarlara patlayıcı madde yerleştirmekten 18 yıla mahkûm olan Britanyalı hayvan hakları aktivisti Barry Horne hapiste başladığı bir dizi açlık grevinin ardından karaciğer yetmezliğinden 5 Kasım 2001’de hayatını kaybetti. Horne, açlık grevinin amacının Britanya hükümetini hayvan deneyleriyle ilgili soruşturma başlatmaya zorlamak olduğunu açıklamıştı. İşçi Partisi, 1997’de iktidara geldiğinde böyle bir soruşturma başlatacağı vaadinde bulunmuştu. Horne’un cenazesinde hayvan hakları aktivistleri “İşçi Partisi öldü, Barry öldü” yazılı bir bayrak açmışlardı.

ALF MAHKÛMLARI
Christopher McIntosh Bir McDonald’s şubesini kudaklamaktan 8 yıl ceza aldı.
Darren Thurston. Kundaklama ve komplo iddiasıyla yargılanıyor.
Jon Ablewhite Deneylerde kullanılmak üzere laboratuvarlara domuz tedarik eden bir çiftçiye şantaj yaptığı gerekçesiyle 12 yıla mahkûm oldu.
Dave Blenkinsop Britanya’daki bir laboratuvarın yöneticisine yönelik saldırıdan 3 yıl, Huntingdon Life Science laboratuvarına hayvan tedarik eden bir çiftlikteki 600 domuzu kaçırmaktan 18 ay, bir mezbaha aracına patlayıcı yerleştirmekten 5 yıla mahkûm edildi.
Sarah Gisborne Huntingdon Life Science laboratuvarında çalışanlara ait 8 araca zarar vermekten 5 yıla mahkûm.
Heather Nicholson Bir tilki avcısına hakaret ve saldırı iddiasıyla yargılanıyor.
Kerry Whitburn Deneyler için domuz tedarik eden bir çiftçiye şantaj girişiminde bulunduğu gerekçesiyle 12 yıla mahkûm.
Peter Young Altı kürk çiftliğinde hapis tutulan mink ve tilkileri serbest bırakmaktan 2 yıl ceza aldı. Ayrıca South Dakota’daki bir kürk çiftliğine düzenlenen baskında yer aldığı gerekçesiyle yargılanıyor.

feminizm ve hayvanlar

CAROL ADAMS, aile içi şiddet ve hayvan savunuculuğu alanlarında kapsamlı çalışmalar yapmış eko-feminist bir ilahiyatçı, yazar ve aktivist. 1990’da yayımlanan ilk kitabı The Sexual Politics of Meat’te [Etin Cinsel Politikası], hayvanlara yönelik muamele ile kadınlara yönelik muamele arasındaki ilişkiyi ortaya koydu; arak yaşayan, hissedebilen hayvanların “et” haline getirilmeleri ile, kadınların cinsel nesnelere indirgenmesi arasında benzerlik kurarak feminist-vejetaryen bir kuramın temellerini attı. O tarihten bu yana eko-feminizm, aile içi şiddet, vejetaryenlik ve hayvan savunuculuğu üzerine kitaplar ve makaleler yayımladı. Bu söyleşi, Carol Adams’ın web sitesinde yer alan, kendisiyle yapılmış söyleşilerden derlendi (http://www.triroc.com/caroladams/interview4.html).


Neden vejetaryen olmaya karar verdiniz?
Feminist kuramcı Sandra Barky şöyle bir gözlemde bulunur: “Feministler diğer insanların gördüklerinden farklı şeyler görmezler, aynı şeyleri farklı gözle görürler.” Ben hep gördüğümüz şeyleri farklı gözle görmeye başladığım için vejetaryen oldum. Bana bu farklı bakışı kazandıran olay, midillimin ölmesiydi. Yale İlahiyat Fakültesi’ndeki ilk yılımın sonunda New York eyaletinin Forestville kasabasındaki evime döndüm. Valizlerimi açarken birinin ısrarla kapıyı yumrukladığını işittim. Kapıyı açtığımda komşumuz telaşla “Biri midillini vurdu!” diye bağırdı. Komşumuzla birlikte ahırımızın arkasındaki otlağa koştum, çok sevdiğim midillimin ölüsünü gördüm. Elma bahçemizin dikenli toprağı üzerinde yalın ayak koşarken, hayatımda ilk kez insandışı bir varlığın ölümüyle yüz yüze geldim. O akşam midillimin ölümü yüzünden perişan halde hamburgerimden bir ısırık alırken, birden durdum. Ölen bir hayvan için üzülürken başka bir ölü hayvanı yiyordum. O ölü inekle ertesi gün gömeceğim midilli arasında ne fark vardı? Sırf kendisiyle yakınlık kurmuş olduğum için midilliyi kayırıp hiç görmediğim bir ineğin akıbetine boşvermenin etik açıdan savunulabilir bir yanı olmadığını fark ettim. Artık aynı şeyi farklı bir gözle görüyordum.

sol ve hayvan hakları

Anna Charlton, Gary Francione, Sue Coe

Hayvan hakları hareketi geçtiğimiz yirmi yıl içinde muazzam bir gelişme gösterdi, hayvan hakları savunucuları da hayvanların deneylerde, gıda, tekstil ve eğlence sektörlerinde kullanılmasına etkin biçimde karşı çıktılar. Bu konuyu kamuoyunun gündemine taşımayı başardık. Yanık deneylerinde alev lambasıyla dağlanan tazıların ve domuzların, hiçbir işe yaramayan pahalı kafa yaralanması deneylerinde beyinleri “hızlandırılan” primatların korkunç görüntülerini herkesin görmesini sağladık. Süt danalarının doğduktan bir gün sonra annelerinden ayrıldığı, 50 santimetrelik “bataryalara” hapsedilip kas gelişimlerinin engellendiği, tüketiciler sırf “süt danası” yiyebilsin diye kansız olmalarını sağlamak için sadece sıvıyla beslendikleri konusunda hemen hemen herkesi bilgilendirdik. Hayvanlara yönelik kötü muamelelerin ardı arkası kesilmiyor, bugün ancak çok bilinçsiz ya da duyarsız insanlar, postmodern teknoloji toplumunda hayvanların çok kötü muamele gördüğü gerçeğini inkâr edebilir.